Papa 16.Benedikt istifa etti...
Le Pape démissionne !..
mardi 12 février 2013
lundi 11 février 2013
CNC TURKEY / ISMAIL DOGAN SÖYLESI...
Merhaba sevgili CNC Turkey izleyicileri,
Sizler için yeni bir söyleşi daha hazırladık. Karikatür ve sanat yaşamını Belçika’da sürdüren başarılı arkadaşımız İsmail Doğan ile yaptığımız söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz. Bu söyleşi sayesinde sevgili İsmail Doğan’ı ve çizgi mücadelesini daha yakından tanıma fırsatı bulacağımıza inanıyorum. Ayrıca kendisine içten cevapları için ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum.
Saadet Demir Yalçın
İSMAİL DOĞAN İLE SÖYLEŞİ:
- Ben 13 yaşında, babamızın siyasi görüşleri nedeniyle Belçika’ya sürgüne zorlanmış bir aileden geliyorum. İlkokuldan sonra ortaokul 1.sınıftan ayrıldım zorunlu olarak. Uysal ve utangaç bir çocuktum. Bir o kadar da şakacı. Çocukluğumda çırak olarak çok yerde çalıştım. Kunduracı, terzi, fotoğrafçılık ve İstanbul - Cağaloğlu’nda “Öncü“ kitabevinde çalışıyordum. Benim çizgi maceram Belçika’ya gelişimizle başladı.
Sanatçı bir aileniz var. Kardeşleriniz de sanatla, çizgiyle iç içe olmuşlar. O günlerdeki aile içi dayanışmanızdan biraz bahseder misiniz?
- Evet bir abim Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi Grafikerlik mezunu, diğer bir abim Ressam plastisyen, diğer kardeşim ise Hat sanatçısı. Eh, bir de Karikatür eksikti bu da bana kaldı :)... Ressam abim, kendini fazla kaptırınca, psikiatrik hasta oldu. Tablolarında gülleri kendi gerçek kanı ile çizerdi!.. Ben ise abim ve kardeşlerimin yaptığı çalışmaları ilgiyle izlerdim. Sergi açtıklarında ziyaretçilerin hayranlıkla “çok güzel, harika" sözleri nedense bir gurur olsa da beni tatmin etmiyordu. Ben çizgilerimle konuşulmasını, kızılmasını yani bir reaksiyon beklerdim. Belçika’ya geldiğimiz ilk senelerdi, dil bilmiyordum ama anlamasam da yine de devamlı okula gidiyordum. Ögretmen bana derse girer girmez elime boş bir kağıtla kalem tutuşturur, ben ise anlatmak istediklerimi çizerek anlatırdım.
Yurt dışı maceranız nasıl başladı? Türkiye’den sonra Belçika’da karikatür serüveninizin seyri nasıldı? Bu süreçte babanızın size olan desteği nasıldı? Bildiğimiz kadarıyla babanız aynı zamanda sizin öğretmeninizdi.
- Yurt dışına bir akşam vakti, bir arkadaşın arabasıyla gizlice üzerimizde ne bir ceket ne bir şey almadan kaçtığımızı hatırlıyorum. Belçika’ya gelir gelmez hemen babamın siyasi geçmişi dolasıyla anında bize Birleşmiş Milletler İlticacı pasaportu vermişlerdi. İçinde şu yazıyordu: “Türkiye hariç, tüm ülkelere geçerlidir!..” bunu hiç unutamam. İlk sefer 13 yaşında bir çocuk kendisini hiçbir şeyden habersizce başkaları tarafından, vatanı tarafından öksüz bırakılmıştı, çok duygulanmıştım. Artık Türkiye bizim için hayaldi. İltica ettikten birkaç yıl sonra sonra Belçikalı oldum ve bu yüzden Türkiye’ye gidebiliyordum. Çocukluğumu çalmışlardı benim. Ama yıllar sonra düşündüğümde, babamızın bize yaptığı en büyük iyilik aslında bizi de beraberinde getirmesi oldu...
En büyük desteği kimden almıştınız? Sizi yönlendiren, örnek aldığınız karikatüristler kimlerdi?
- Bir kaç yıl olmuştu artık Belçika da yaşamaya başlayalı... Din dersi hocam vardı. Beni derse ilgisiz, başım öne eğik çizerken yakalıyordu hep. Bir ara bana "Senin burada işin yok! Git sen akademiye yazıl” demişti. İşte o zaman ben ona ilgi ile bakmıştım. O andan itibaren artık gittiğim okuldan soğumaya, sanat okulları aramaya baslamıştım. Her şey pahalı idi burada, sanatçı olmak için zengin çocuğu olmak gerekiyordu gerçekten. Durumumuz el vermediği halde bir kış akşamı ben tüm konan engellere rağmen, kafaya koymuştum. Akademiye gidip beni gündüz derslerine yazmasalar bile aksam kurslarına belki alırlar diye o ana kadar tüm çizdiklerimle beraber Akademi müdürünün kapısını çalmıştım. Bana biraz acaip baktıktan sonra: “Göster bakalım elindekileri“ deyince ben o hızla elimdeki tüm çizgilerimi masaya yığmıştım :)... Müdür, bir çizgime bir de bana bakıyordu. Ama yüz ifadesinden anlıyordum beğendiğini. Ve bana bakarak sene ortasında gelmene rağmen yarından itibaren gelip 3. sınıftan başlayabilirsin demişti. İçim kıpır kıpır olmuştu sevinçten. "Peki müdürüm, kaç yıl bu iş?" dedim, O da bana 4. sınıftan sonra 3 yıl daha spesyalizasyon dönemi var demişti. Tamam güzel de benim param yok, babam bizi geçindirebilmek için sendikada iş bulmuştu, bizimle uğraşamıyordu, başında 4 çocuktuk. Parasızlıktan 4. sınıftan sonrasını yapamadım fakat çizgi bir kere kanıma girmiş, okul olsun olmasın acılarımı ben böyle gideriyordum. Artık benim kendimi ifade edebileceğim bir silahım vardı, köşemde saatlerce çizerdim ne olursa. Ve yıllar geçti, 90’lı yıllardı, “GIRGIR “ mizah dergisi, öldürülen gazeteci “Uğur Mumcu” anısına bir yarışma düzenlemişti. Orada 1. gelen çizgim benim için daha da bir motivasyon olmuştu. Bu süratle bir ara Belçika'daki bir sergisinde tanıştığım değerli karikatür ustası “Semih Balcıoğlu”nun da desteği ile “KARDAŞ “ adında iki dilden (Fransızca-Türkçe) mizah dergisi çıkarmaya başlamıştım. Örnek aldığım diyemesem de ilgi ile izlediğim Türk çizer ustaları tabii ki Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu ve çoğu da Fansız çizerleridir. Burada yaşamın etkisi desek buna; Le Monde gazetesi çizerlerinden Ali Dilem, Plantu ve diğer çizerlerden Reizer, Chabu ve çocukken de en çok etkilendiğim çizgi film Osvaldo Cavandoli’nin “Linea“dir. Düzenli olarak da her hafta “Charlie Hebdo” okurum.
Ülkemizde karikatür ve mizah dönem dönem sorgulanır, gelen iktidarların sanatçılara bakış açısı da karikatürün ve sanatın gidişatını zaman zaman etkiler bilindiği üzere. Belçika’da durum nasıl? Orada özgürce yazıp çizebiliyor musunuz?
- Evet, burada özgürce yazıp, özgürce çizebiliyorum. Türkiye ile kıyaslarsak, siyasi ve kültürel geçmişimizin etkisiyle, iktidarlar, karikatürlerden, sanattan çekiniyorsa, çizer ve yazarlarının ifade özgürlüklerini kısıtlıyorsa, o ülkede özgürlükten bahsedilemez. Fakat böylesi ülkelerde de mizaha daha büyük misyon yüklüyor çünkü onun görevi muhalif olup haksızlıklara başkaldırmaktır. Bu yüzden İran’lı çizerleri ilgi ile takip ederim. Her baskıya rağmen cesurca çizgileri var. Burada basın ve ifade özgürlüğü, laik ve demokratik özgürlüklerinin temel taşı olarak, kanunlar tarafından korunur. Buna rağmen, burada yaşayan Türk toplumu halen beyinlerindeki takıntılarından dolayı bazı yerel basında çizdiğim bazı çizgilerime aşırı tepki gösterme ve hatta tehdit bile etmeye kadar geldiler.
Belçika’daki derneğinizden ve çalışmalarından da bahseder misiniz?
-“Coin d’Art“ (Sanat Köşesi) derneğimizi 2004 yılında ben ve Hat sanatçısı kardeşimle beraber kurmuştuk. Bu derneğimizin amacı, mahallelerimizde oturan yabancı uyruklu gençlere, sanat sevgisini ulaştırmak (Karikatür, Hat ve Resim sanatı) galerilerden çıkarıp , sokağa, halka indirmekti. Bu tarihten beri her Çarşamba 7- 14 yaş arası çocuklara karikatür ve Hat sanatı kursları vermekteyim. Ayrıca da isteklerde, okullara ve sosyal derneklere bu sanatı tanıtım ve animasyonlarda ve festival gibi faaliyetlerde yer almaktayım.
Belçika’da karikatür ve sanat üzerine nasıl bir ortam var? Sizin birlikte çalıştığınız, birlikte faaliyetlerde bulunduğunuz kişi ve kurumlar hangileri? Sizi engelleyen ya da baskı uygulayan bir zihniyetten söz edebilir miyiz? Yoksa özgürce her istediğinizi yazıp çizebildiğiniz bir çevrede misiniz?
- Burada da, bir çizer için ortam çok zor neden çünkü, Belçika basını daha yabancı çizerlere açılmaya pek hazır değil. Basında yıllardır aynı yerli çizerler yer almakta. Bu konuda kendi inisiyatifinizi zorlamazsanız bu işten para kazanamazsınız. Fakat her türlü olumsuzluğa rağmen, Belçika da belirli bir yerleşmiş Türk toplumu var. Artık onların da kendi işadamları, sanatçıları, politikacıları var. Eski göçmen madencilerin çocukları tam 50 yıldır Belçika’da belirli bir ortam hazırladılar, kendi yaşamlarını kolaylaştırmak ve kendi kültürünü korumak amacıyla çeşitli dernekler ve onlara hitap eden yerel basın türedi zamanla ve tüm Belçika’da yaşayan Türklere hitap eden 3 ayrı Türkçe gazete çıkıyor. Bu basında ben yıllardır çizgilerimi yayınladım, beni buradan tanıyorlar. Bu toplum karikatürlere daha tahammülsüz olsa da zamanla saygın konuma da onlar getiriyor insanı. Ayrıca da derneğim Brüksel devleti tarafından resmi olarak tanınıp faaliyet gösteriyor.
Karikatür maceranıza Türkiye’de devam etmek ister miydiniz?
- İyi ki Türkiye’de çizer olmadım, sanırım siyasi tutum ve görüşlerimi bu ülke kaldıramadığı için, ailecek kaçmak zorunda bırakıldık. Büyük ihtimalle kalemimle beraber “Silivri“ yi boylardım:)…
Belçika’dan Türkiye’deki çizer dostlarınızla zaman zaman ortak etkinliklerde yer alıyorsunuz. Bu bağlamda mizahın ve karikatürün bir sınırı var mı? Ülkemizdeki karikatüre, yabancı bir ülkeden destek olurken kendinizi hangi tarafa daha yakın buluyorsunuz?
- Bence karikatürde sınır, her çizerin kendi aldığı kültür ve eğitimine, yaşadığın ortama bağlı, toplum değerlerini inciten her çizgiden tepki geleceğini hesap edebilmelisiniz. Buna hazırsanız kaleminiz özgür demektir. Türkiye gerçeklerini ve dünya konjonktürünü iyi analiz edebiliyorsanız bence hangi tarafa daha yakın olma sorunu kalmıyor. Bir çizer evrensel olmalıdır. Kalemiyle tüm dünyayı dolaşıp, karanlıkları aydınlığa çıkarmaktır görevi. Nerede olursa olsun!..
Sizce evrensel karikatür ülkemizde ne durumda, siz nasıl gözlemliyorsunuz? Bu yolda ülkemizde başarılı bulduğunuz sanatçılarımız var mı? Sizce onların başarısı neye bağlı?
- Eğer ki bir ülkede basın, çizerler, aydınlar susturulmuşsa, orada özgürlükten bahsedilemez. İşte bu nokta da karikatüre ve karikatürcülere büyük görev düşmektedir. Bunu zamanında karikatürü bir mücadele aracı gibi kullanan değerli usta Oğuz Aral en iyi örneğini vermişti. Bir toplumu bilinçlendirme, baskılara baş kaldırmanın en güzel örneğini mizahla verdi. Bugün maalesef böylesi bir bilincin yok olduğu görülmekte, karikatürün muhalif görevini gözardı eden çok çizer var ve sesleri de kalemleri de susturulmaktadır. İş sonra cesarette…
Yarışmalara katılıyor musunuz? Yarışmaları nasıl değerlendirirsiniz? Sizce bir karikatürist ödülü için mi yoksa yarışmanın içeriğine uygun, kalıcı eserler üretmek için mi yarışmalara önem vermeli?
- Ben prensip olarak hiç bir yarışmaya katılmıyorum. Bir kaç kere öylesine katılmışımdır. Zaten bir çizer her zaman kalıcı eserler üretmek için çizmeli, sadece bir yarışma konusu için değil. Hiçbir yarışmanın adil olduğuna inanmıyorum. Bunları zamanla izleyerek de görüyorum. Ben burada yerel bir gazete olan “Binfikir” gazetesinde yıllarca çizdim daha sonra da bize eski efsane Gırgır’ın çizerlerinden Gürcan Gürsel katıldı aramıza ve orada zamanında çizdiğim “Obama“ adlı karikatürüm Avrupa Basın karikatürleri arasında finale kaldı. Ben işte benim haberim olmadan, ama izlenip de sonra sürpriz bir şekilde hakkıyla verilen ödüllere daha çok önem veriyorum.
Karikatürde telif hakları konusundaki mücadelenizi biliyoruz. Bugüne kadar bu konuda kazandığınız girişimlerinizden de bahseder misiniz? Bu savaşınızda nasıl bir süreç yaşadınız, kimlerden destek aldınız? Aldığınız tepkiler nasıldı?
- Bu konuda bazı girişimlerim mahkemeye kapısına kadar geldiyse de, karşı tarafın tutumunu değiştirmesi üzerine anlaşmaya vardım. Benimle bu konuda ters düşenler de, toplumunda sevilen sayılan ve tanınan bir çizer oldugum için paradan çok itibar kaybediyordu bu yüzden. Bu onlara daha çok zarar veriyordu. Bana bu mücadelemde en çok Belçika yazar, çizerler telif hakları komisyonu avukatları yardımcı oldu.
Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde sizin Nazım Hikmet çalışmanız kullanıldı ve bununla ilgili bir ödül aldınız. Bu konuda neler söylersiniz?
- Bu benim hayatımda aldığım en anlamlı ödüldür kuşkusuz. Ve Ankara’da gördüğüm sıcak karşılama, törende bu işin pastası idi:)… Bazen diyor ki insan sanki hiç bir şey tesadüf çıkmıyor karşınıza. Birgün bana telefon geldi. Ankara Yeni Mahalle Belediyesi’nden arıyorlardı.”Hocam, biz böyle bir çizgi arıyorduk bütün çizgilere baktık, bize en uygun olan da sizin çizginizdi ve araştırıp sizi bulduk“ dediler. Nazım Hikmet gibi bir usta ile anılmanın onuru yeter bana..
Karikatüristin görevi nedir sizce? Karikatürist kendisi için mi yoksa toplum için mi eserler üretmeli? Bir karikatüristin en büyük ödülü nedir size göre?
- Onun görevi, bize hayatımızda yaşananları, bizden gizlenenleri, karanlıklardan çıkarıp, aydınlığa taşımak ve okuyucusuna veya izleyicisine kendi aldığı eğitim ve kültür kapasitesine göre en doğru olanı verebilmektir çizgilerle. Açıkçası karikatür zayıftan, halktan yana olmalıdır. En büyük ödülü de ne ondan ne bundan, sadece bir çizdiği çizginin yıllarca sonra, halen de geçerli ve kalıcı olabilmesidir. Çünkü bazı şeyler şekil değiştirse de biçim olarak, özünde tarih tekerrür eder çoğu zaman.
Bize Belçika’daki son çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Herhangi bir sergi hazırlığı var mı?
- En son açtığım sergi, Belçika Wallon bölgesinde “Silly“ belediyesinin isteği ile burada yaşayan diğer Türk ressam ve Ebru sanatçıları ile ortak yapmış olduğumuz bir sergide yer aldım karikatürlerimle.
Türk karikatürünün en büyük sorunu sizce nedir? En çok rahatsızlık duyduğunuz noktaları bizimle paylaşır mısınız?
- Ne yazık ki o kadar iyi çizerlerimiz olmasına rağmen kendi aramızdaki gereksizce didişmelerden, atışmalardan bu güzelim karikatür duraklama noktasında. Ustalar tek tek bizi bıraktı fakat gelişen dengesiz dünyamızda herşey çabuk hızla gelişiyor biz ayak uydurabiliyor muyuz hepimiz kendimize bu soruyu sormalıyız. Karikatürün özünde ne yatıyor bunu hatırlayalım sürekli. Bizim mücadelemiz evrenseldir kişisel değil. Hele dostlarla hiç değil. Tek yumruk olup düzene karşı nasıl savaşırız kalemimizle diye bu soruları sormalıyız kendimize. Öz eleştiriden korkmamalıyız, bu bizi geliştirir. Fakat bizim toplum acaip gergin. Aramızdan biri çıkıp birşeyi başardığında tebrik etmek yerine onu yerden yere vurmayı ancak biz yaparız ne yazık, bu da bizi ne kadar ilerletir artık görüyoruz, en rahatsız edici de bu olmalı.
Hat sanatı üzerine çalışmalarınız da dikkat çekici. Bu sanata nasıl başladınız, kimden ders aldınız?
- Aslında küçüklükten beri kalabalık ailemizde en iyi yazıyı da ben yazardım. Bu sanata yakınlığım sanırım taa 90’lı yıllarda burada açmış olduğum tabelacılık reklam vs’den kalma bir tutkuydu ve o zamanlar panolara, küçük tahta parçalarına şekil verdirir sonra da üzerlerine isimler yazarak bunları da satardım Bunu bana öğreten hocalarım olmadı. Sadece bir yaz İstanbul’a tatile gittiğimde, Sultanahmet meydanında yolda bu sanatla uğrasan bir hacı görünümlü sanat adamının orada insanlara “Latin“ harfleriyle isimler yazdığını gördüm, yanında onu bir saat kadar iyice izledim nasıl harfleri kıvırıyor diye. Çabuk kavradım ve kendi elime çabuk güvendim ve başardım zamanla çalışarak daha da iyi olmaya başladı.
Çizgileriniz ve yazılarınız hakkında sıkıntılı dönemler yaşadığınız oldu mu? Yargıya taşınan çalışmalarınız var mı? O süreçler nasıldı ve size neler getirdi, sizden neler götürdü?
- Yazılarım hakkında olmadı fakat 2-3 çizgim hakkında çok SIKINTILI dönemler yaşadım, çok iyi hatırlıyorum “Beltürk“ diye yerel bir gazetede çiziyordum aylık bir gazete idi ve zamanla bu yayının siyasi duruşunu pek beğenmediğim için ayrılmaya karar vermiştim. O anda burada söyle tutarlı ve seviyeli bir basın yok denecek kadar azdı. Ve yeni bir gazete çıkıyordu “ Binfikir “ gazetesi daha objektif ve durusu olan demokrat bir basındı. İçinde çizgi gönderen Musa Kart gibi çizerler de vardı. Benim buradan ayrıldığımı duyunca “Binfikir“ den aradılar ve onlar da çizmemi teklif ettiler ve kabul ettim. İlk çizgim “Kuş gribi“ ile ilgili idi, yayınlanır yayınlanmaz maille “tehdit geldi“ neden çünkü bu çizgimde ben Türk bayrağını ağlattığım için adam beni vatan haini ilan ediyor ve bir dahaki sayıda Türk halkından özür dilemezsem sonuçların çok ağır olacağını söylüyordu bu anonim mailde. Çok şaşırdım. İlk kez böyle bir şeyle karşılaştığım için, Binfikir genel yayın yönetmenini aradım “Bakınız, şöyle bir tehdit maili aldım ben. Size daha yeni geldim ilk çizgimde böyle oldu, eğer siz de rahatsızsanız beni şimdiden atabilirsiniz“ dedim. ”Öyle bir şey olur mu İsmail? Biz hemen bir kampanya başlatıyoruz” dediler ve inanın ben bu destek kampanyası sayesinde Türk çizerler tarafından tanınmaya başladım. Bu tehdit bir nevi benim için reklam oldu aslında. Ben o tehditçiye teşekkürlerimi yolluyorum buradan. Ayrıca bu dönem Hz. Muhammed karikatürlerinin de tartışıldığı bir döneme rastladığından, Belçika basın ve TV’leri de benimle ilgilenmeye başladılar. Mahkemelik olan bir çizgim ise “Emirdağlı” vatandaşların tepkisi olmuştu bir çizgimde, onları sakallı cübbeli çizdiğime alınmışlar. Başıma gelmedik kalmadı. Zamanında Türk ulusal basın “SABAH“ gazetesi 3 gün boyunca manşet yaptı bu haberi. Köşe yazarları bu konuda fikir yürüttüler ve sonuçta elimdeki kalemin ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha gördüm. En sonunda polise gittim ifade bıraktım, sonucu da haliyle takipsiz kaldı. Yaralama - öldürme olsaydı bir şey yapabilirdik demek istediler :)…
Oldukça zor süreçler ve zor günler yaşamışsınız. Hala aynı güçle başarılı olmak sizin gücünüzü gösteriyor. Söyleşimizin sonuna yaklaşırken CNC International ve CNC Turkey sitesi hakkında kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz?
- Açıkçası bu sosyal paylaşım sitesi Facebook’dan öğrendim sizin sayenizde Saadet arkadaşım ve diğer değerli çizer arkadaşımız Seyran Caferli’nin bir inisiyatifi olduğunu gördüm. Karikatür adına atılan her türlü adım değerlidir desteklenmelidir derim. Bir de bunu uluslar arası boyutlara taşımak, ayrıca zor bir misyon üstlendiğiniz için sizleri ben buradan kutlamak istiyorum. Umarım uzun yıllar yayınızı takip edebiliriz.
Bu güzel temennilerinize ayrıca teşekkür ederim. Son olarak CNC Turkey sitesini takip edenlere, genç çizerlere ve bu işe başlamak isteyenlere neler söylemek istersiniz? Neler önerirsiniz?
- Ne yaparsanız yapın kendiniz olun, orijinal olmaya özen gösterin, ondan bundan kaptıklarınız sadece öğretici olmalı sizin açınızdan. Ama sonuçta her çizdiğiniz sizin birikiminizden yaşamınızdan esinlenmeli ki size has bir çalışma ürünü olsun.
Eğer bu yola baş koyduysanız her sanat dalında olduğu gibi azimle çalışmayla bu işi üstlenebilirsiniz, yoksa kaleminizin altında kalmak da var işin içinde.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkürler sevgili İsmail Doğan. Çalışmalarınızda ve çizgi maceranızda başarılarınızın artarak devam etmesi dileğiyle…
- Ben de size, okuyucularınıza, izleyicilerinize bir şeyler katabildiysem ve bana vermiş olduğunuz bu güzel fırsatı iyi kullanabildiysem mutlu olurum. Bitirmeden de şunu eklemek istiyorum. Saadet arkadaşımızı çizer bir dostum olarak yıllardır takip ediyorum ve çizgilerinizdeki inceliğe ve duygularınızı yansıtmanızda ve bir kadın olarak vermiş olduğunuz bu güçlü mücadelenizdeki her türlü sataşmalara rağmen, cesaret ve azminize hayranım desem abartmış olmam. Seyran dostumu da her zamanki kaliteli çizgi ustalığını da burada saygıyla selamlıyor tüm okuyucularınıza en içten sevgilerimi yolluyorum.
Ben de bu cesaretlendirici güzel sözleriniz için teşekkür ediyor, CNC Turkey adına size en içten sevgi ve selamlarımı iletiyorum sevgili İsmail Doğan…
Söylesi : Saadet Demir Yalçin / CNC Turkey
http://www.cartooncenter.net/Ismail_Doganla_soylesi.htm
Sizler için yeni bir söyleşi daha hazırladık. Karikatür ve sanat yaşamını Belçika’da sürdüren başarılı arkadaşımız İsmail Doğan ile yaptığımız söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz. Bu söyleşi sayesinde sevgili İsmail Doğan’ı ve çizgi mücadelesini daha yakından tanıma fırsatı bulacağımıza inanıyorum. Ayrıca kendisine içten cevapları için ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum.
Saadet Demir Yalçın
İSMAİL DOĞAN İLE SÖYLEŞİ:
Sevgili İsmail Doğan, bizlere ilk olarak kendinizi tanıtarak çizgi maceranızın nasıl başladığını anlatır mısınız? Nasıl bir çocuktunuz?
- Ben 13 yaşında, babamızın siyasi görüşleri nedeniyle Belçika’ya sürgüne zorlanmış bir aileden geliyorum. İlkokuldan sonra ortaokul 1.sınıftan ayrıldım zorunlu olarak. Uysal ve utangaç bir çocuktum. Bir o kadar da şakacı. Çocukluğumda çırak olarak çok yerde çalıştım. Kunduracı, terzi, fotoğrafçılık ve İstanbul - Cağaloğlu’nda “Öncü“ kitabevinde çalışıyordum. Benim çizgi maceram Belçika’ya gelişimizle başladı.
Sanatçı bir aileniz var. Kardeşleriniz de sanatla, çizgiyle iç içe olmuşlar. O günlerdeki aile içi dayanışmanızdan biraz bahseder misiniz?
- Evet bir abim Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi Grafikerlik mezunu, diğer bir abim Ressam plastisyen, diğer kardeşim ise Hat sanatçısı. Eh, bir de Karikatür eksikti bu da bana kaldı :)... Ressam abim, kendini fazla kaptırınca, psikiatrik hasta oldu. Tablolarında gülleri kendi gerçek kanı ile çizerdi!.. Ben ise abim ve kardeşlerimin yaptığı çalışmaları ilgiyle izlerdim. Sergi açtıklarında ziyaretçilerin hayranlıkla “çok güzel, harika" sözleri nedense bir gurur olsa da beni tatmin etmiyordu. Ben çizgilerimle konuşulmasını, kızılmasını yani bir reaksiyon beklerdim. Belçika’ya geldiğimiz ilk senelerdi, dil bilmiyordum ama anlamasam da yine de devamlı okula gidiyordum. Ögretmen bana derse girer girmez elime boş bir kağıtla kalem tutuşturur, ben ise anlatmak istediklerimi çizerek anlatırdım.
Yurt dışı maceranız nasıl başladı? Türkiye’den sonra Belçika’da karikatür serüveninizin seyri nasıldı? Bu süreçte babanızın size olan desteği nasıldı? Bildiğimiz kadarıyla babanız aynı zamanda sizin öğretmeninizdi.
- Yurt dışına bir akşam vakti, bir arkadaşın arabasıyla gizlice üzerimizde ne bir ceket ne bir şey almadan kaçtığımızı hatırlıyorum. Belçika’ya gelir gelmez hemen babamın siyasi geçmişi dolasıyla anında bize Birleşmiş Milletler İlticacı pasaportu vermişlerdi. İçinde şu yazıyordu: “Türkiye hariç, tüm ülkelere geçerlidir!..” bunu hiç unutamam. İlk sefer 13 yaşında bir çocuk kendisini hiçbir şeyden habersizce başkaları tarafından, vatanı tarafından öksüz bırakılmıştı, çok duygulanmıştım. Artık Türkiye bizim için hayaldi. İltica ettikten birkaç yıl sonra sonra Belçikalı oldum ve bu yüzden Türkiye’ye gidebiliyordum. Çocukluğumu çalmışlardı benim. Ama yıllar sonra düşündüğümde, babamızın bize yaptığı en büyük iyilik aslında bizi de beraberinde getirmesi oldu...
En büyük desteği kimden almıştınız? Sizi yönlendiren, örnek aldığınız karikatüristler kimlerdi?
- Bir kaç yıl olmuştu artık Belçika da yaşamaya başlayalı... Din dersi hocam vardı. Beni derse ilgisiz, başım öne eğik çizerken yakalıyordu hep. Bir ara bana "Senin burada işin yok! Git sen akademiye yazıl” demişti. İşte o zaman ben ona ilgi ile bakmıştım. O andan itibaren artık gittiğim okuldan soğumaya, sanat okulları aramaya baslamıştım. Her şey pahalı idi burada, sanatçı olmak için zengin çocuğu olmak gerekiyordu gerçekten. Durumumuz el vermediği halde bir kış akşamı ben tüm konan engellere rağmen, kafaya koymuştum. Akademiye gidip beni gündüz derslerine yazmasalar bile aksam kurslarına belki alırlar diye o ana kadar tüm çizdiklerimle beraber Akademi müdürünün kapısını çalmıştım. Bana biraz acaip baktıktan sonra: “Göster bakalım elindekileri“ deyince ben o hızla elimdeki tüm çizgilerimi masaya yığmıştım :)... Müdür, bir çizgime bir de bana bakıyordu. Ama yüz ifadesinden anlıyordum beğendiğini. Ve bana bakarak sene ortasında gelmene rağmen yarından itibaren gelip 3. sınıftan başlayabilirsin demişti. İçim kıpır kıpır olmuştu sevinçten. "Peki müdürüm, kaç yıl bu iş?" dedim, O da bana 4. sınıftan sonra 3 yıl daha spesyalizasyon dönemi var demişti. Tamam güzel de benim param yok, babam bizi geçindirebilmek için sendikada iş bulmuştu, bizimle uğraşamıyordu, başında 4 çocuktuk. Parasızlıktan 4. sınıftan sonrasını yapamadım fakat çizgi bir kere kanıma girmiş, okul olsun olmasın acılarımı ben böyle gideriyordum. Artık benim kendimi ifade edebileceğim bir silahım vardı, köşemde saatlerce çizerdim ne olursa. Ve yıllar geçti, 90’lı yıllardı, “GIRGIR “ mizah dergisi, öldürülen gazeteci “Uğur Mumcu” anısına bir yarışma düzenlemişti. Orada 1. gelen çizgim benim için daha da bir motivasyon olmuştu. Bu süratle bir ara Belçika'daki bir sergisinde tanıştığım değerli karikatür ustası “Semih Balcıoğlu”nun da desteği ile “KARDAŞ “ adında iki dilden (Fransızca-Türkçe) mizah dergisi çıkarmaya başlamıştım. Örnek aldığım diyemesem de ilgi ile izlediğim Türk çizer ustaları tabii ki Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu ve çoğu da Fansız çizerleridir. Burada yaşamın etkisi desek buna; Le Monde gazetesi çizerlerinden Ali Dilem, Plantu ve diğer çizerlerden Reizer, Chabu ve çocukken de en çok etkilendiğim çizgi film Osvaldo Cavandoli’nin “Linea“dir. Düzenli olarak da her hafta “Charlie Hebdo” okurum.
Ülkemizde karikatür ve mizah dönem dönem sorgulanır, gelen iktidarların sanatçılara bakış açısı da karikatürün ve sanatın gidişatını zaman zaman etkiler bilindiği üzere. Belçika’da durum nasıl? Orada özgürce yazıp çizebiliyor musunuz?
- Evet, burada özgürce yazıp, özgürce çizebiliyorum. Türkiye ile kıyaslarsak, siyasi ve kültürel geçmişimizin etkisiyle, iktidarlar, karikatürlerden, sanattan çekiniyorsa, çizer ve yazarlarının ifade özgürlüklerini kısıtlıyorsa, o ülkede özgürlükten bahsedilemez. Fakat böylesi ülkelerde de mizaha daha büyük misyon yüklüyor çünkü onun görevi muhalif olup haksızlıklara başkaldırmaktır. Bu yüzden İran’lı çizerleri ilgi ile takip ederim. Her baskıya rağmen cesurca çizgileri var. Burada basın ve ifade özgürlüğü, laik ve demokratik özgürlüklerinin temel taşı olarak, kanunlar tarafından korunur. Buna rağmen, burada yaşayan Türk toplumu halen beyinlerindeki takıntılarından dolayı bazı yerel basında çizdiğim bazı çizgilerime aşırı tepki gösterme ve hatta tehdit bile etmeye kadar geldiler.
Belçika’daki derneğinizden ve çalışmalarından da bahseder misiniz?
-“Coin d’Art“ (Sanat Köşesi) derneğimizi 2004 yılında ben ve Hat sanatçısı kardeşimle beraber kurmuştuk. Bu derneğimizin amacı, mahallelerimizde oturan yabancı uyruklu gençlere, sanat sevgisini ulaştırmak (Karikatür, Hat ve Resim sanatı) galerilerden çıkarıp , sokağa, halka indirmekti. Bu tarihten beri her Çarşamba 7- 14 yaş arası çocuklara karikatür ve Hat sanatı kursları vermekteyim. Ayrıca da isteklerde, okullara ve sosyal derneklere bu sanatı tanıtım ve animasyonlarda ve festival gibi faaliyetlerde yer almaktayım.
Belçika’da karikatür ve sanat üzerine nasıl bir ortam var? Sizin birlikte çalıştığınız, birlikte faaliyetlerde bulunduğunuz kişi ve kurumlar hangileri? Sizi engelleyen ya da baskı uygulayan bir zihniyetten söz edebilir miyiz? Yoksa özgürce her istediğinizi yazıp çizebildiğiniz bir çevrede misiniz?
- Burada da, bir çizer için ortam çok zor neden çünkü, Belçika basını daha yabancı çizerlere açılmaya pek hazır değil. Basında yıllardır aynı yerli çizerler yer almakta. Bu konuda kendi inisiyatifinizi zorlamazsanız bu işten para kazanamazsınız. Fakat her türlü olumsuzluğa rağmen, Belçika da belirli bir yerleşmiş Türk toplumu var. Artık onların da kendi işadamları, sanatçıları, politikacıları var. Eski göçmen madencilerin çocukları tam 50 yıldır Belçika’da belirli bir ortam hazırladılar, kendi yaşamlarını kolaylaştırmak ve kendi kültürünü korumak amacıyla çeşitli dernekler ve onlara hitap eden yerel basın türedi zamanla ve tüm Belçika’da yaşayan Türklere hitap eden 3 ayrı Türkçe gazete çıkıyor. Bu basında ben yıllardır çizgilerimi yayınladım, beni buradan tanıyorlar. Bu toplum karikatürlere daha tahammülsüz olsa da zamanla saygın konuma da onlar getiriyor insanı. Ayrıca da derneğim Brüksel devleti tarafından resmi olarak tanınıp faaliyet gösteriyor.
Karikatür maceranıza Türkiye’de devam etmek ister miydiniz?
- İyi ki Türkiye’de çizer olmadım, sanırım siyasi tutum ve görüşlerimi bu ülke kaldıramadığı için, ailecek kaçmak zorunda bırakıldık. Büyük ihtimalle kalemimle beraber “Silivri“ yi boylardım:)…
Belçika’dan Türkiye’deki çizer dostlarınızla zaman zaman ortak etkinliklerde yer alıyorsunuz. Bu bağlamda mizahın ve karikatürün bir sınırı var mı? Ülkemizdeki karikatüre, yabancı bir ülkeden destek olurken kendinizi hangi tarafa daha yakın buluyorsunuz?
- Bence karikatürde sınır, her çizerin kendi aldığı kültür ve eğitimine, yaşadığın ortama bağlı, toplum değerlerini inciten her çizgiden tepki geleceğini hesap edebilmelisiniz. Buna hazırsanız kaleminiz özgür demektir. Türkiye gerçeklerini ve dünya konjonktürünü iyi analiz edebiliyorsanız bence hangi tarafa daha yakın olma sorunu kalmıyor. Bir çizer evrensel olmalıdır. Kalemiyle tüm dünyayı dolaşıp, karanlıkları aydınlığa çıkarmaktır görevi. Nerede olursa olsun!..
Sizce evrensel karikatür ülkemizde ne durumda, siz nasıl gözlemliyorsunuz? Bu yolda ülkemizde başarılı bulduğunuz sanatçılarımız var mı? Sizce onların başarısı neye bağlı?
- Eğer ki bir ülkede basın, çizerler, aydınlar susturulmuşsa, orada özgürlükten bahsedilemez. İşte bu nokta da karikatüre ve karikatürcülere büyük görev düşmektedir. Bunu zamanında karikatürü bir mücadele aracı gibi kullanan değerli usta Oğuz Aral en iyi örneğini vermişti. Bir toplumu bilinçlendirme, baskılara baş kaldırmanın en güzel örneğini mizahla verdi. Bugün maalesef böylesi bir bilincin yok olduğu görülmekte, karikatürün muhalif görevini gözardı eden çok çizer var ve sesleri de kalemleri de susturulmaktadır. İş sonra cesarette…
Yarışmalara katılıyor musunuz? Yarışmaları nasıl değerlendirirsiniz? Sizce bir karikatürist ödülü için mi yoksa yarışmanın içeriğine uygun, kalıcı eserler üretmek için mi yarışmalara önem vermeli?
- Ben prensip olarak hiç bir yarışmaya katılmıyorum. Bir kaç kere öylesine katılmışımdır. Zaten bir çizer her zaman kalıcı eserler üretmek için çizmeli, sadece bir yarışma konusu için değil. Hiçbir yarışmanın adil olduğuna inanmıyorum. Bunları zamanla izleyerek de görüyorum. Ben burada yerel bir gazete olan “Binfikir” gazetesinde yıllarca çizdim daha sonra da bize eski efsane Gırgır’ın çizerlerinden Gürcan Gürsel katıldı aramıza ve orada zamanında çizdiğim “Obama“ adlı karikatürüm Avrupa Basın karikatürleri arasında finale kaldı. Ben işte benim haberim olmadan, ama izlenip de sonra sürpriz bir şekilde hakkıyla verilen ödüllere daha çok önem veriyorum.
Karikatürde telif hakları konusundaki mücadelenizi biliyoruz. Bugüne kadar bu konuda kazandığınız girişimlerinizden de bahseder misiniz? Bu savaşınızda nasıl bir süreç yaşadınız, kimlerden destek aldınız? Aldığınız tepkiler nasıldı?
- Bu konuda bazı girişimlerim mahkemeye kapısına kadar geldiyse de, karşı tarafın tutumunu değiştirmesi üzerine anlaşmaya vardım. Benimle bu konuda ters düşenler de, toplumunda sevilen sayılan ve tanınan bir çizer oldugum için paradan çok itibar kaybediyordu bu yüzden. Bu onlara daha çok zarar veriyordu. Bana bu mücadelemde en çok Belçika yazar, çizerler telif hakları komisyonu avukatları yardımcı oldu.
Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde sizin Nazım Hikmet çalışmanız kullanıldı ve bununla ilgili bir ödül aldınız. Bu konuda neler söylersiniz?
- Bu benim hayatımda aldığım en anlamlı ödüldür kuşkusuz. Ve Ankara’da gördüğüm sıcak karşılama, törende bu işin pastası idi:)… Bazen diyor ki insan sanki hiç bir şey tesadüf çıkmıyor karşınıza. Birgün bana telefon geldi. Ankara Yeni Mahalle Belediyesi’nden arıyorlardı.”Hocam, biz böyle bir çizgi arıyorduk bütün çizgilere baktık, bize en uygun olan da sizin çizginizdi ve araştırıp sizi bulduk“ dediler. Nazım Hikmet gibi bir usta ile anılmanın onuru yeter bana..
Karikatüristin görevi nedir sizce? Karikatürist kendisi için mi yoksa toplum için mi eserler üretmeli? Bir karikatüristin en büyük ödülü nedir size göre?
- Onun görevi, bize hayatımızda yaşananları, bizden gizlenenleri, karanlıklardan çıkarıp, aydınlığa taşımak ve okuyucusuna veya izleyicisine kendi aldığı eğitim ve kültür kapasitesine göre en doğru olanı verebilmektir çizgilerle. Açıkçası karikatür zayıftan, halktan yana olmalıdır. En büyük ödülü de ne ondan ne bundan, sadece bir çizdiği çizginin yıllarca sonra, halen de geçerli ve kalıcı olabilmesidir. Çünkü bazı şeyler şekil değiştirse de biçim olarak, özünde tarih tekerrür eder çoğu zaman.
Bize Belçika’daki son çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Herhangi bir sergi hazırlığı var mı?
- En son açtığım sergi, Belçika Wallon bölgesinde “Silly“ belediyesinin isteği ile burada yaşayan diğer Türk ressam ve Ebru sanatçıları ile ortak yapmış olduğumuz bir sergide yer aldım karikatürlerimle.
Türk karikatürünün en büyük sorunu sizce nedir? En çok rahatsızlık duyduğunuz noktaları bizimle paylaşır mısınız?
- Ne yazık ki o kadar iyi çizerlerimiz olmasına rağmen kendi aramızdaki gereksizce didişmelerden, atışmalardan bu güzelim karikatür duraklama noktasında. Ustalar tek tek bizi bıraktı fakat gelişen dengesiz dünyamızda herşey çabuk hızla gelişiyor biz ayak uydurabiliyor muyuz hepimiz kendimize bu soruyu sormalıyız. Karikatürün özünde ne yatıyor bunu hatırlayalım sürekli. Bizim mücadelemiz evrenseldir kişisel değil. Hele dostlarla hiç değil. Tek yumruk olup düzene karşı nasıl savaşırız kalemimizle diye bu soruları sormalıyız kendimize. Öz eleştiriden korkmamalıyız, bu bizi geliştirir. Fakat bizim toplum acaip gergin. Aramızdan biri çıkıp birşeyi başardığında tebrik etmek yerine onu yerden yere vurmayı ancak biz yaparız ne yazık, bu da bizi ne kadar ilerletir artık görüyoruz, en rahatsız edici de bu olmalı.
Hat sanatı üzerine çalışmalarınız da dikkat çekici. Bu sanata nasıl başladınız, kimden ders aldınız?
- Aslında küçüklükten beri kalabalık ailemizde en iyi yazıyı da ben yazardım. Bu sanata yakınlığım sanırım taa 90’lı yıllarda burada açmış olduğum tabelacılık reklam vs’den kalma bir tutkuydu ve o zamanlar panolara, küçük tahta parçalarına şekil verdirir sonra da üzerlerine isimler yazarak bunları da satardım Bunu bana öğreten hocalarım olmadı. Sadece bir yaz İstanbul’a tatile gittiğimde, Sultanahmet meydanında yolda bu sanatla uğrasan bir hacı görünümlü sanat adamının orada insanlara “Latin“ harfleriyle isimler yazdığını gördüm, yanında onu bir saat kadar iyice izledim nasıl harfleri kıvırıyor diye. Çabuk kavradım ve kendi elime çabuk güvendim ve başardım zamanla çalışarak daha da iyi olmaya başladı.
Çizgileriniz ve yazılarınız hakkında sıkıntılı dönemler yaşadığınız oldu mu? Yargıya taşınan çalışmalarınız var mı? O süreçler nasıldı ve size neler getirdi, sizden neler götürdü?
- Yazılarım hakkında olmadı fakat 2-3 çizgim hakkında çok SIKINTILI dönemler yaşadım, çok iyi hatırlıyorum “Beltürk“ diye yerel bir gazetede çiziyordum aylık bir gazete idi ve zamanla bu yayının siyasi duruşunu pek beğenmediğim için ayrılmaya karar vermiştim. O anda burada söyle tutarlı ve seviyeli bir basın yok denecek kadar azdı. Ve yeni bir gazete çıkıyordu “ Binfikir “ gazetesi daha objektif ve durusu olan demokrat bir basındı. İçinde çizgi gönderen Musa Kart gibi çizerler de vardı. Benim buradan ayrıldığımı duyunca “Binfikir“ den aradılar ve onlar da çizmemi teklif ettiler ve kabul ettim. İlk çizgim “Kuş gribi“ ile ilgili idi, yayınlanır yayınlanmaz maille “tehdit geldi“ neden çünkü bu çizgimde ben Türk bayrağını ağlattığım için adam beni vatan haini ilan ediyor ve bir dahaki sayıda Türk halkından özür dilemezsem sonuçların çok ağır olacağını söylüyordu bu anonim mailde. Çok şaşırdım. İlk kez böyle bir şeyle karşılaştığım için, Binfikir genel yayın yönetmenini aradım “Bakınız, şöyle bir tehdit maili aldım ben. Size daha yeni geldim ilk çizgimde böyle oldu, eğer siz de rahatsızsanız beni şimdiden atabilirsiniz“ dedim. ”Öyle bir şey olur mu İsmail? Biz hemen bir kampanya başlatıyoruz” dediler ve inanın ben bu destek kampanyası sayesinde Türk çizerler tarafından tanınmaya başladım. Bu tehdit bir nevi benim için reklam oldu aslında. Ben o tehditçiye teşekkürlerimi yolluyorum buradan. Ayrıca bu dönem Hz. Muhammed karikatürlerinin de tartışıldığı bir döneme rastladığından, Belçika basın ve TV’leri de benimle ilgilenmeye başladılar. Mahkemelik olan bir çizgim ise “Emirdağlı” vatandaşların tepkisi olmuştu bir çizgimde, onları sakallı cübbeli çizdiğime alınmışlar. Başıma gelmedik kalmadı. Zamanında Türk ulusal basın “SABAH“ gazetesi 3 gün boyunca manşet yaptı bu haberi. Köşe yazarları bu konuda fikir yürüttüler ve sonuçta elimdeki kalemin ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha gördüm. En sonunda polise gittim ifade bıraktım, sonucu da haliyle takipsiz kaldı. Yaralama - öldürme olsaydı bir şey yapabilirdik demek istediler :)…
Oldukça zor süreçler ve zor günler yaşamışsınız. Hala aynı güçle başarılı olmak sizin gücünüzü gösteriyor. Söyleşimizin sonuna yaklaşırken CNC International ve CNC Turkey sitesi hakkında kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz?
- Açıkçası bu sosyal paylaşım sitesi Facebook’dan öğrendim sizin sayenizde Saadet arkadaşım ve diğer değerli çizer arkadaşımız Seyran Caferli’nin bir inisiyatifi olduğunu gördüm. Karikatür adına atılan her türlü adım değerlidir desteklenmelidir derim. Bir de bunu uluslar arası boyutlara taşımak, ayrıca zor bir misyon üstlendiğiniz için sizleri ben buradan kutlamak istiyorum. Umarım uzun yıllar yayınızı takip edebiliriz.
Bu güzel temennilerinize ayrıca teşekkür ederim. Son olarak CNC Turkey sitesini takip edenlere, genç çizerlere ve bu işe başlamak isteyenlere neler söylemek istersiniz? Neler önerirsiniz?
- Ne yaparsanız yapın kendiniz olun, orijinal olmaya özen gösterin, ondan bundan kaptıklarınız sadece öğretici olmalı sizin açınızdan. Ama sonuçta her çizdiğiniz sizin birikiminizden yaşamınızdan esinlenmeli ki size has bir çalışma ürünü olsun.
Eğer bu yola baş koyduysanız her sanat dalında olduğu gibi azimle çalışmayla bu işi üstlenebilirsiniz, yoksa kaleminizin altında kalmak da var işin içinde.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkürler sevgili İsmail Doğan. Çalışmalarınızda ve çizgi maceranızda başarılarınızın artarak devam etmesi dileğiyle…
- Ben de size, okuyucularınıza, izleyicilerinize bir şeyler katabildiysem ve bana vermiş olduğunuz bu güzel fırsatı iyi kullanabildiysem mutlu olurum. Bitirmeden de şunu eklemek istiyorum. Saadet arkadaşımızı çizer bir dostum olarak yıllardır takip ediyorum ve çizgilerinizdeki inceliğe ve duygularınızı yansıtmanızda ve bir kadın olarak vermiş olduğunuz bu güçlü mücadelenizdeki her türlü sataşmalara rağmen, cesaret ve azminize hayranım desem abartmış olmam. Seyran dostumu da her zamanki kaliteli çizgi ustalığını da burada saygıyla selamlıyor tüm okuyucularınıza en içten sevgilerimi yolluyorum.
Ben de bu cesaretlendirici güzel sözleriniz için teşekkür ediyor, CNC Turkey adına size en içten sevgi ve selamlarımı iletiyorum sevgili İsmail Doğan…
Söylesi : Saadet Demir Yalçin / CNC Turkey
http://www.cartooncenter.net/Ismail_Doganla_soylesi.htm
Inscription à :
Articles (Atom)